Bosna - Hersek Gezimizden Notlar 2. Kısım ( Saraybosna, Umut Tüneli ve Olimpik Şehir Kalıntıları)

Trebevic Dağı

 

Mostar'da dolaştıktan sonra Saraybosna'ya yolculuğumuz yaklaşık olarak 2.5 saat sürdü. Konakladığımız yere valiz indir çıkar uğraşmamak adına Mostar'da kalıp sabah yola çıkmaktansa akşam oraya vardıktan sonra sabah erkenden uyanıp gezmeye başlamak daha uygun geldi. Yol Avrupa Birliği desteğiyle yeni yapılmış düzgün, araç sürmesi rahat bir yoldu. Yolda toplam 3 KM ücret ödedik. Saraybosna merkeze vardığımızdaysa hava kararmış biz ise yorulmuştuk. Mostar'dan ıslak ve tok çıktığımız ve yolda da bolca abur cubur tükettiğimiz için tam olarak acıkmamıştık ancak tok da değildik. 

Bize uzaktan göz kırpan Gönül Kahvesi'ni görünce, Buranın Türkiye'den çok uzak olmadığının ilk sinyallerini aldık.

Ev sahibimizden Pazar günleri merkezdeki otoparkların ücretsiz olduğunu öğrenmemizin ardından, yorgun halimizle ve abur cubur haricinde atıştıracak bir şeyler bulmak hevesiyle kendimizi tekrar arabaya attık. Şehir hala ıslaktı ve yağmur çiseliyordu. Park ettiğimiz yerde arabadan çıkar çıkmaz ilk gözümüze çarpansa yukarı fotoğrafını da koyduğum Gönül Kahvesi oldu. Tabi ki gitmedik, yurtdışına çıkıp Türk mekanlarında gezmek sanırım gezinize yapabileceğiniz en büyük ihanet olur. 

Saraybosna ile ilgili araştırmalarımı vardığımız günün akşamına bırakmış olduğum için turist ömer şeklinde 'burası herhalde ana caddedir, burası önemli bir yer gibi' diyerek dolaşırken o esnada açık olan ve vitrindeki seçenekleriyle bizi cezbeden Cafe Badem'e denk geldik. Siyah çay, wifi ve tatlı ile güne nefis bir nokta koymuş olduk. Sonradan da öğrendik ki gelenlere tavsiye edilen yerlerden birine aslında fark etmeyerek gitmişiz. Cafe Badem, Gazi Hüsrev Bey kompleksinin hemen yanında Saraybosna'nın kapalı çarşısının karşısında duran bir mekan. Yerel tatlılarla beraber genel dünya mutfağından tatlılar sunuyor, kart ile ödeme kabul ediyor. 


Meraklısına Slasti, tatlılar; Slasticarna, tatlı dükkanı demek. Tabelada görünen Ulica ise cadde anlamına gelmekte. Badem, baklava, trileçe, lokum, çay, kahve ise iki dilde de aynı anlamlara gelmekte. 

Bir süre amaçsızca ortalıkta dolaştıktan sonra arabamıza döndük ve dinlenmek için kalacağımız eve gittik. Koşturmacalı bir günün ardından 20.000 adım attıktan sonra yatağa uzandığınızdaki hissi tarif etmem güç, ama bir çeşit gezi sarhoşluğu desek herhalde çok yanılmayız. Uzandıktan sonra da sıra bir sonraki günü ve gezeceğimiz yerin geçmişini araştırmaya gelmişti, ardından bayılarak bir sonraki güne geçiş yaptık. 

Gündüz gözüyle gezmeye başlamamızla beraber park etmenin o kadar da kolay olmadığını düşünmeye başlamıştık. Bu noktada merkezdeki teleferik başlangıç noktasının alt tarafındaki kapalı otopark'ı daha önceden bilmek isterdim. Sarajevo yani Saraybosna'da gezilecek yerleri şöyle kısaca özetlemek gerekirse ;

Vrelo Bosne ismindeki büyük parkları,

Umut Tüneli ismindeki iç savaşın korkunç yüzünü bir kurtuluş hikayesi ile anlatan müzeleri,

Olimpik Park kalıntıları

Gazi Hüsrev Bey camii , müzesi,

Bosna Hersek Tarih Müzesi,

Sarajevo Kutsal Kalp Katedrali,

Latin Köprüsü ve bitişiğindeki Sarajevo Müzesi,

Brusa Bedesteni ve Su sebili.


Igman dağının eteğindeki Vrelo Bosna parkında, bosna nehrinin irili ufaklı kaynaklarını görmek için şehrin merkezinden yaklaşık yarım saatlik bir araba sürüşü gerekiyor. Parka girmenin 2 KM gibi bir ücreti var. Milli futbol takımı bu parkta kamp yapmaktadır. Park bir çok hayvana da ev sahipliği yapmakta ve yerliler için şehir keşmekeşinden uzaklaşmak için tercih edilmektedir. 


Umut Tüneli içerisinden 

Bosna savaşı döneminde, kuşatma altında olan Saraybosna'yı 800 metrelik bir tünel ile Birleşmiş Milletler idaresindeki Sarajevo Uluslararası Havalimanı'na bağlayan bir tünel Umut Tüneli. O dönemde cephane, gıda, su ve insanların yer değiştirmesi için kullanıldı. Tünelin yapımı tam 4 ay 4 gün sürmüş, tüneli bizzat kazan insanların anılarını ve o dönemde çekilmiş fotoğrafları müzenin içerisinde görebilirsiniz. Müzenin girişi 10 KM ve euro yahut kart kabul etmiyorlar. Tünelin girişindeki Kolar ailesine ait ev müze haline getirilmiş ve gezmek mümkün. İçeride hem gerçek tünelin bir kesitini görebilir hem de yeniden yapılandırılmış tüneli inceleyebilirsiniz. Tünelde yaşananlar, kullanılan taşıma sedyeleri, insanların dönemle ilgili anlattıkları çok etkileyici. Savaşı daha çok yeni yaşamış bu coğrafyada savaşta kimsenin kazanamadığını en net görebildiğimiz yerlerden biri. 

Müzenin girişinde şu şekil bir uygulamadan bahsediyor, Türkçe rehber seçeneği de mevcut ancak ne yazık ki müzenin internet bağlantısı bozuk olduğu için kullanamayacağımızı söylediler. Uygulamayı evde indirip giderseniz eğer eminim daha da kıymetli bir deneyim yaşayacaksınız. Müze içerisinde de multimedya odaları oluşturulmuş ancak Boşnakça veya İngilizce olan videolardansa bu seçeneğin daha kıymetli olacağını düşünüyorum. Keşke bilseydim dediğim şeylerden. Ücretli olan ve şehrin en çok turist çeken elemanlarından olan müzenin altyapısının bu şekilde desteklenmemesi ise hayal kırıklığına uğrattı. 

Hangi sırayla gezelim derseniz eğer günün ilk yarısında çok kalabalık olmadan Umut Tüneli'ni gördükten sonra parkta serinlemenizi tercih ederim. Hangisini görmeliyim derseniz bu şehirde muhakkak görülmesi gereken 2 yerden biri Umut Tüneli diğeri ise olimpik kalıntılar.


Sanırım Saraybosna'yı gezerken beni Umut Tüneli'nden bile daha çok etkileyen yer Trebevic Dağı'nda bulunan olimpiyat kalıntıları oldu. Hikayesini bilmeden giderseniz hmm güzelmiş diyip dönmeniz de mümkün. Öncelikle Trebevic Dağı'na nasıl ulaşabileceğimizden bahsedelim. 2 seçeneğiniz var; birincisi merkezde gezeceğiniz yerlere çok yakın olan teleferiğe binerek gitmek. Teleferik her zaman ilgi çeken bir seçenek olduğu için mümkünse bu şekilde ulaşmanızı tavsiye ederim. Zaman anlamında da yardımcı olacaktır ancak ikinci seçenek ise Umut Tüneli'nden dönerken 'Mount Trebevic' yazan tabelaya dönüp 20-25 dakikalık bir ek araba sürme süresi ile ulaşmak. Bu şekilde yoldaki manzaranın tadını da  çıkarabilirsiniz. Teleferiğin konumu, fiyatı ve çalışma saatlerine bu linke tıklayarak ulaşabilirsiniz. Bizim gittiğimiz dönemde hava şartlarından ötürü teleferik çalışmayıp sonrasında da bakıma alındığı için biz diğer seçeneği tercih etmek zorunda kaldık. 


Dağa çıktığımızda ise en azından Teleferiğin varış noktasını görme fırsatımız oldu. 
Dağa arabayla çıkarken 'kötü hava şartlarının' tadını çıkardık.         



1984 kış olimpiyatlarının Bosna'da yapılması kararlaştırıldığında konum olarak Trebevic dağı seçildi ve komite tarafından bir bobsled parkuru yapılması önerildi. 1981'de yapımına başlanan parkur 1982'de tamamlandı ve hatta 1983'te Dünya Bobsled Şampiyonası için kullanıldı. 1984'teki görevini de başarıyla yerine getiren parkura bir çok kompleks eşlik ediyordu. 1991 yılında savaş patlak verene kadar da parkur dünya şampiyonalarına ev sahipliği yapmaya devam etti. Savaşın başlamasının ardından saldırılar esnasında olimpiyat köyünün büyük bir kısmı talan oldu fakat o dönem 8 milyon 500 bin yugoslav dinarı harcanarak inşa edilen bu devasa beton yapı büyük oranda zarar görmedi. Yapı savaş döneminin ilerleyen zamanlarında Bosna askeri hizmetleri tarafından topçu konumu olarak kullanıldı. 

Savaştan sonra bisiklet parkuru ve grafiti duvarı olarak kullanılan alanın sonrasında yeniden yapılandırma çalışmalarına başlandığı açıklanmış olsa da bizim gördüğümüz kadarıyla yenileme çalışmaları mevcut değil grafiti de bütün hızıyla devam ediyor. 

Ortamın karakterinin şekillenmesine bence büyük emeği olan grafiti sanatçılarının çizimleri.

Bobsled parkurunun tırmanma kısımlarından. Bobsled veya İngilizce Bobsleigh, İsviçre'de oluşturulmuş ve geliştirilmiş bir oyun. Bir kızak ile buz tutmuş bir parkur üzerine dönüşlerin de dahil olduğu insan gücüyle potansiyel enerjinin yardımıyla kayılan spor. 

Bir zamanlar bir şehrin belki ne kadar gelişmekte olduğunu ve gözde olduğunu belirten ve üzerine zaman ve para harcanan bu devasa doğal güzellikteki alanın bir savaş sonrasında ne hale geldiğini görüp; üstüne bir de insanların bu kalıntılar üzerinde sanat icra ederek o kasvetli havayı ve savaşın izlerinin üstünü örtmeye çalıştığını görmek beni derinden etkiledi. Hava şartlarının uygun olmaması sebebiyle teleferik çalışmadığından bizden başka kimse olmadan gezmemizin de buna etkisi oldu. Alanda sadece böcek ve rüzgar sesi eşliğinde dolaşırken çok değil 40 sene önce burada insanların bir şeyler atıştırarak sporcuları takip ettiğini bilmek ve hatta belki o zaman izleyici olarak gelenlerin, çocuklar dahil, 20 yıl sonra savaş esnasında orada asker olarak bulunduğunu bilmek bana yaşamakta olduğumuz hayatların ne kadar akışkan ve değişken olduğunu hatırlattı. Bununla beraber sahip olduğumuz şeylerin kıymetini bilip tadını olabildiğince çok çıkarmamız gerektiğini de tekrar kendime ifade ettim.

Solda yeşil, yağan yağmur ve bozulmuş eski yol. Sağda 45 yıllık grafitiyle bezenmiş ancak dışı yosun tutmuş bir zamanlar topçu karargahı olarak da kullanılmış ancak sağlam duran parkur. 

Ben küçüklüğümden beri Coca Cola fanıyım ve aynı zamanda da takdir edersiniz ki mide ülseri hastasıyım. Reklam çalışmalarını ve sponsorluk çalışmalarını ilgiyle takip ederim. Neden bununla fotoğraf çektirip buraya koydum sorusunun da cevabı bu. Yani coca cola sponsorluğunda yapılmış şeyleri izleyerek keyif alan ilk nesil biz de değiliz babalarımız da değil. 

Bu alanı bu kadar ballandırarak anlatmamın yanında bütün bölgeyi gezmek için ciddi bir kondisyon gerektiğini de belirtmeliyim. Yanınıza muhakkak atıştıracak bir şeyler, su ve içecek alın. 

Yazımın sonunda da merkezde görmemiz gereken yerlerden bahsedeceğim. Teleferikten inip 1. Dünya Savaşı'nı başlatan suikastin gerçekleştiği Latin Köprüsü'nden canlı olarak geçmeyi başarırsanız eğer (yok yok merak etmeyin bir Türk'ü öldürdüler diye savaş çıkmaz yani şey bir ölür bin diriliriz demek istedim) köprünün çarşı ayağındaki Sarajevo müzesini gezebilirsiniz. Ben suikastçinin durduğu yerde fotoğraf çektirerek, içerisinde bulundukları arabayı fotoğraflamayı ve sitenin içerisindeki internetten incelemeyi tercih ettim. Bunun sebebi ise giriş ücretinin 3 euro olması ancak müzenin sadece tek katlı bir yer hatta bir oda olmasıydı. Sanırım internet çok daha pahalı olması gereken ve yasaklanması gereken harika bir bilgi kaynağı olduğu için bunu direk yapamadıklarından sosyal medya ile interneti düzgün kullanmamızı engelliyorlar. Bilgiye bu kadar kolay ulaşmanın bilgiye yanlış ulaşmak gibi bir bedeli olmasını da unutmamak lazım. 


Savaşın 'tetikçisi'nin durduğu yer. Kitaplarda senelerce okullarda ezberletildiği gibi savaşı başlatan olay olmadığı aşikar. Neyse tekrar söylemek isterim ki 'tarihini bilmeyen her millet hatalarıyla beraber onu tekrar tekrar yaşamaya mahkumdur'.

16. yüzyılda yaşamış olan, hayırsever yönetici Osmanlı'nın Bosna sancak beyi, 2. Yıldırım'ın kızından torunu Gazi Hüsrev Bey'in adını taşıyan Gazi Hüsrev Bey Camii, yanındaki kütüphane ve aynı adı taşıyan Müze merkezde konumlanmış. Her 3 yapıya da ayrı bilet alınıyor ve 3'ü beraber alındığında 8 KM gibi bir ücret ödemiştik. Gezdikten sonra söyleyebilirim ki kütüphane tamamen gereksiz, medresenin de içinde görmeyi isteyeceğiniz şeyler için ayrı ücret istiyorlar yani sadece etraflarında dolaşabilirsiniz. Zira şahsi kanaatim bir müze özelliği taşımadığı yönünde, Medrese kısmının içerisinde Gazi Hüsrev Bey'in hayatını anlatan Türkçe bir video oynatılan bir oda var ancak youtube'dan izleyeceğimiz bir video'yu orada izlemek için para vermek pek anlamlı değil. Ayrıca cami de namaz vakitlerinde sadece küçük bir kısmı ibadet için açık olacak şekilde kalıyor bu esnada kadınlar camiye giremiyor erkekler de gezmek için giremiyor. Kütüphane kısmında aslında matbaa makinesi dahil daha ilginç şeyler mevcut ancak ne yazık ki düzenleme kötü ve benzer bir çok eser mevcut. Yerel olarak eminim kıymetlidir ancak bir 'tourist attraction' olarak değerlendirilmesi güç.


Yola biraz daha devam ettiğinizde kapalı çarşılarını, su sebilini görebilirsiniz. Merkezde karnınızı doyurabilir bir tatlı veya kahve ile kendinizi ödüllendirebilirsiniz. Biz artık gezinin 7. gününde dışarıda yemekten sıkıldığımız ve dışarıda dolaşmaktan yorulduğumuz için artık evde bir şeyler hazırlayıp yemek istedik. Dışarıda yeme masrafıyla karşılaştırınca da 3 kişi harcayacağımız paranın yaklaşık 6'da birini harcayarak başka şeyler için paramızı arttırmış olduk. Et ucuz ve helal? diye vücut dilinizle sorduğunuzda ne demek istediğinizi nüfusunun yarısının müslüman olduğu Bosna Hersek'te gayet iyi anlıyorlar. Ancak Slav kökenli dillerde MESO yazısı görüyorsanız domuz eti içerdiğini düşünebilirsiniz. 

Evet biraz abarttık. Sanırsam doyasıyla yemek yemeyi özlemiştik. 



Bir sonraki yazıda görüşmek üzere :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karadağ Gezimizden Notlar - Kotor (2. Kısım)

Karadağ Gezimizden Notlar Sveti Stefan ve Budva 1. Kısım